Diger M.Senay Taskent Yazilari
2007’de Doğalgazla Tanışacak Kilisliler 2008’i de Geride Bırakmak Üzere!...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Mısır’dan yola çıkarak Suriye üzerinden ülkemize getirtilecek gaz aktarımı ile ilgili olarak 15 Ağustos 2005 tarihinde İstanbul’da gerçekleştirilen Mısır Petrol Bakanı Sameh Fhmy, Suriye adına İbrahim Haddad, Ürdün yetkilisi Azmi Khreisat ve Türkiye Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Hilmi Güler’in katılımıyla yapılan protokol anlaşmasıyla Kilis’imiz 2007 yılında doğalgazla tanışacaktı. Bu aynı zamanda İlimiz milletvekillerinden Hasan Kara’nın Kilislilere 3 Şubat 2006 günkü müjdesi niteliğini de taşıyordu.
Yapılan bu anlaşma gereği, Mısır’dan gelecek doğalgaz için Türkiye dağıtım noktasının da Kilis’te kurulacak 40-50 milyonluk bir kompresör istasyonu yatırımıyla olacağı karara bağlanmış olmasına rağmen, 2006 yılında da karşılıklı inşaat işlerinin başlayacağı belirtilmişken, geldiğimiz 2008 yılı sonlarında maalesef bu çalışmaları görememenin üzüntüsünü yaşıyoruz. Öyle ki, bu çalışmalara dair 28.07.2005 tarihinde yapılan Doğalgaz Dağıtım Lisansı ihalesinin 30 yıllığına ZORLU Petrogaz Petrol ve Gaz-Petrokimya Ürünleri İnş. San. Tic. A.Ş.’ye verildiği de belirtilmiş idi. İhaleyi kazanan bu firmanın, Kilis şehir içi bağlantı hatlarının çekilmesiyle 6 ay içerisinde yatırama başlanıp, 18 ay süre sonunda da Botaş tarafından gaz sunumuna başlanacaktı.
Tüm bu bilgiler, yıllar öncesi konuyla ilgili açıklama yapan ilgililerden edindiğimiz bilgiler. O yıllardan bugünlere gelinceye kadarki gelişmeleri yaşayamamış olmanın sorusu da biz Kilislilerin edindiği tek bilgiler. Hal böyle olunca da, aklımıza hemen o yıllarda doğalgazın Kilis’e geleceğine inanmayan hemşehrilerimizin söylediği “şov yapılıyor” deyişleri gelmiyor dersem yalan söylemiş olurum. Bence bu konuda milletvekillerimize çok iş düştüğü kanaatindeyim. Bakınız komşu ilimiz Gaziantep doğudan gelen doğalgaz boru hattı çerçevesinde bu gazı kullanmaya başladı bile. Hani Mısır’dan gelecek doğalgaz, ülkemize ve hatta Avrupa’ya dağıtım yapacak kriterlerde bir gaz alımı olacaktı? Neden yallarca ha bu yıl, ha önümüzdeki yıl diyerek kendimizi avutuyor bir il oluşumuzu hâla anlamakta zorlanıyoruz.
Hizmet bazında Kilis’e yapılacak en büyük hizmetlerden biri olarak gördüğüm bu yatırımı artık görmek istiyoruz. Yok eğer olmayacak veya olmuyorsa açıkça kamuoyu bilgilendirilmelidir. 2007’de Kilis’in doğalgazla tanışacağının belirtilmesinde çok mutlu olmuştuk. Şimdi 2008’in sonlarına geldiğimiz bugünlerde de hâlâ doğalgazla tanışamamış olmanın da üzüntüsünü yaşıyoruz. Bu sorunun yanıtını her Kilisli gibi ben de çok merak ediyorum desem yeridir.
Önce de yazdım, şimdi de yazıyorum ve gelecekte de ömrümün sürdürdüğü son ana kadar da yazacağım. Kilis’e dair ne tür beklentilerimiz var ise, bunu her zaman dile getirmek görevimiz olacaktır. Bunun böylece bilinmesini isterim. Ancak bu noktada bir hususun da altını çizmeden geçemeyeceğim: “Nasılsa birileri uğraşıyor, yazıyor, çiziyor, biz bakalım, görelim” denilmemelidir. Her kurum, kuruluş,. sivil toplum örgütleri ve herkes bu konuda duyarlılık göstermelidir. Yazar arkadaşların da bu konudaki paylaşımlara destek vermeleri ve kendilerince yaptıkları tespitleri dile getirmeleri gerekmektedir diye de düşünüyorum. Belki şahsıma münhasır düşüncelerimi eksik veya yanlış da olabilir, bu noktada doğrusunu ve daha iyisini gündeme getirerek memleketimize katkıda bulunmuş olacağımızı sanıyorum.
Yarınlara umutla bakan bir Kilisli olarak, bu nevi görüşlerimizin kayda değer görülüp, verilecek güzel mücadelelerle daha güzel bir kalkınmış Kilis’i görmek ve yaşamak istiyoruz.
Kent’in yeni bir gününde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
***

İstanbul’da Kilis’teki Ramazan Günlerini Yaşamak
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Özellikle Kilisli olup da gurbette yaşayan hemşehrilerimizde Kilis’teki Ramazan günleri heyecanını yaşamak farklı bir lezzet olarak görülüp, düşünüldüğünü pek çoğumuz biliriz.
“Şimdi Kilis’te olsaydık şöyle yapardık, böyle yapardık” deyişlerini adeta duyuyor gibiyim. Özellikle iftar saati öncesi koşuşturmaları, teravih namazlarında yaşanan farklı duygular ve sonrasındaki akraba ziyaretleri, dostluk muhabbetleri, sahur vaktine kadar açık köşe başı kebapçıları, tatlıcıları, hepsi, ama hepsi gurbette yaşanamayan ayrıcalıklı Kilis’e özgü Ramazan özellikleri bütünü. Bizler tüm bunları çocukluk ve gençliğimizde yaşadık, istiyoruz ki, öyle olmasa da benzerini gurbette şimdi yaşayalım.
Bu noktada İstanbul Bahçelievler’de yaşayan hemşehrilerimizi şanslı görmüyor değilim. Zira bu semtte sayıları pek çok yöresel gıda pazarları, tatlıcıları, kebap ve lahmacun salonlarının yanı sıra, Kilis’e özgü pide fırınları da mevcut. Hal böyle olunca da, damak tadımıza uygun alışılmış meyve-sebzeleri bulabilmek zorlanılmıyor.
Son olarak, Bahçelievler Sarmaşık Sokakta açılan yeni bir Kilis fırını dikkatimizi çekti. Adının da “Kilisli Taş Fırın” olan müessese tam adı gibi bir Kilisli fırını. Bilhassa mübarek Ramazan ayının girişiyle görünen görüntüsü bir Kilisli olarak insanı heyecanlandırıyor. Tezgâhındaki tırnaklı pidesi, raflarında ipler üzerine dizilmiş Halep kâhkeleri, kara tava üzerine dizilmiş Ramazan kâhkeleri, çubuk galetaları, sinilerdeki kat kat saç ekmekleri ve daha neler neler...
Kemal Yavuzakıncı’nın dört erkek evladı ile birlikte çalıştırdığı fırın, tam bir aile boyu Kilisli fırını. Söz Kilis’teki Ramazan aylarından açılmışken, aynı heyecanların gurbette nasıl yaşandığını sordum Kemal Yavuzakıncı’ya. “Fırıncılık benim mesleğim değil, ancak çocuklarımın mesleğinin fırıncı olması nedeniyle burada her yönüyle tama bir Kilis fırını açmak ihtiyacını bu nedenle hissederek açtık. Sağ olsunlar tek hemşehrilerimizin değil, diğer sakinlerin de takdirini gördük ki, hizmet anlayışımızı da bu yönde sürdürmekten de mutluyuz. Kilis’teki Ramazan heyecanlarına dair söylediklerimize kesinlikle katılıyorum. Fırınımızda çıkarmış olduğumuz Kilis’e özgü unlu mamuller, buradaki hemşehrilerimizin özlemlerini gidermek maksadıyla çıkarttığım ürünlerdir. Eğer bu konuda hemşehrilerimize bir katkıda bulunmuş, oluyorsak ne mutlu bizlere.”
Verdikleri hizmeti sadece Kilislilerle sınırlandırmayıp, tüm yörelere hitap edercesine vermeleri de ayrı bir güzellik. Zira bu tatları farklı damaklara hitap ettirmek de kültürümüze olan bir katkıdır diye düşünüyor ve Kilisli taş fırın çalışanlarını nezdinde tüm diğer esnaflarımızı kutluyorum.
Ramazan ayının sonlarına doğru yaşanan ve sadece Kilis’imize ait olan “Gerebiç” yapımını da sürdüreceklerini, dileyen her hemşerilerimize bu hizmeti vereceklerini söylemeleri de tıpkı Kilis’teki Ramazan heyecanlarının yaşanmasının bir örneği olarak görmek de mümkün. Yazımını başlığında da sözü edildiği üzere, İstanbul’da Kilis’teki Ramazan günlerini heyecanını sağ olsunlar böyle hemşehrilerimiz sayesinde yaşıyoruz. Her ne kadar, köşe başı kebapçıları, özelikle peynirli künefecileri Kilis’teki gibi olmasa da, aynı lezzetleri burada veren hemşehrilerimizin müesseseleriyle gidermekten öte de zaten başka alternatifimiz yok. Onlarla yetinip içinde bulunduğumuz bu mübarek Ramazan ayının öncelikle tüm İslam alemine, gerek Kilis’teki ve gerekse gurbetteki tüm hemşerilerimize hayırlı-uğurlu olsun. İslam alemine ülke olarak Allah her yıl hayırlısıyla bu günlere çıkartsın.
Değerli Kent okurlarım, nice hayırlısıyla Ramazanlara çıkmamız dileği ile Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
(Bahçelievler Kilisli Taş Fırın Tel: 0.212 502 40 55)
 
***

Ahmet Barutçu’nun Üçüncü kitabı “Kilis’in Kurtuluşu ŞAFAKTA SAVAŞANLAR”
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Aslında Kent okuyucularının hiç de yabancı olmadıkları, uzun soluklu heyecanla takip ettikleri bir yazı dizisinin de adı idi bu “Şafakta Savaşanlar” hatırlanacağı üzere.
Ahmet Barutçu’nun tek okurlarına değil, tüm Kilislilere ve hatta tarihimize ışık olabilecek, bence bugüne kadar sunduğu en büyük, değerli hizmetlerden biri olarak gördüğüm bu çalışmasını ayakta alkışlanır bir başarı olarak gördüğümü açıkça belirtmek istiyorum. Böylesi meşakkatli bir çalışmayı bizlere gurur vesilesi olarak kazandırdığı için kendilerini tarifsiz bir ölçüde kutluyor ve tebrik ediyorum.
Zira bugüne kadar okuduğum kitaplar içerisinde beni bu denli sürükleyen ve bu kadar heyecanlandıran bir kitap olmadığını söylesem acaba kabalık etmiş olur muyum bilmiyorum, ama gerçekten Kilis’in kurtuluşunu bu kadar güzel anlatan, okuyucusunu bilgilendiren bir kitaba sahip olduğumuz için çok mutlu, tarifsiz gururluyuz desem yeridir. Belli ki sayın Ahmet Barutçu, kurtuluşumuzun tarihçesini gerçek manada araştırıp, büyük bir emek, fedakârlık ve özveri göstererek hazırladığını gösteriyor. Zira böyle olmasa idi, öyle oturduğunuz yerden elde edilen kazanımlarla bu denli her sayfası tarihi bir belge mukabilinden kitap hazırlanabilir miydi?
Önsözünden, 20 yıllık bir çalışmanın ürünü olduğu belirtilen kitabın, çok uzun süren bir araştırma ve inceleme sonucu meydana getirilmiş olduğu, okunduğunda daha açık ve aşikâr. Fazlaca alışık olmadığımız kadar büyük bir tevazu örneği de göstererek, “Kitabın tam ve eksiksiz yazıldığı kanısını taşımıyorum” diyen sayın Barutçu’ya, acizane bana göre “Dört dörtlük olmuş kalemine, yüreğine sağlık” diyerek karşılık vermeyi kendimde görev sayıyorum.
İşte bu noktada gazetemiz yazarlarından Hasan Şahmaraoğlu’nun söz konusu kitapla ilgili yazdığı yazısının sonunda yazar arkadaşlara atıfta bulunarak, sessiz kalmalarının nedeni olarak “kıskaçlıktan” kaynaklanabilir olabileceğini belirtmiş ki, hiç de kendilerine yakıştıramadığım bir yanlış yaklaşım olduğunu itiraf etmeden geçemeyeceğim. İnsanın eline geçmemiş bir kitapla ilgili görüşlerini dile getiremeyeceğini bilmesi gerekir diye söylesem sanırım bana gücenmezler. Dedim ya, şahsen ben böylesi bir kitabın meydana getirilişinde emeği geçen herkesi, ama herkesi defalarca kutladığımı tekrar tekrar söyleyebilirim. Çünkü bu tür çalışmalarla toplum olarak elde edilen kazançlar hiçbir şekilde tartışma götürmez değerlerdir. Kaldı ki, kıskaçlıklarla uzaktan yakından asla ölçülebilir değerler değildir.
Değerli okurlarım, kitabın bütününde Kilislilerin özgürlüklerine dair verdikleri kurtuluş mücadelelerinin her bir aşaması, en ufak detaylarına varıncaya kadar anlatılmış tek tek. Kilis’te Kuvayi Milliye ruhunun oluşması, onların düşmana karşı verdikleri mücadele, işgalci Fransızların karşı konulan bu güç karşısında nasıl acze düşüşlerinin de bir göstergesi olarak anlatılmış. Atatürk’ün Kilis’e gelişi, Kuvayi Milliye kahramanlarının kurtuluş anlatıları da unutulmamış. Velhasıl daha neler neler... Yoktan var olan bir milletin neler yapabileceğinin bir emsali olan bu kurtuluşun daha nasıl anlatılacağını da bilmiyorum.
Sözün özü, Kilisliyim diyen herkesin kitaplıklarında kesinlikle bulundurmaları gereken bir kitap “Şafakta Savaşanlar.” Bu kitaba sahip olmak isteyenlerin aşağıda belirtilen telefon ve e-mail adresinden yararlanmaları gerektiğini vurgulayarak, bugünkü birlikteliğimi noktalarken tekrar sayın Ahmet Barutçu’yu ve emeği geçenleri defalarca kez kutluyorum.
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
Kitap İsteme Adresleri:
e-mail       : kentgazetesi@hotmail.com
 kentgazetesi_79@mynet.coım
Tlf             : (0.348) 813 12 81
 
 ****

Atınç Tekstil’in Mimarı ve Kilis’in Yoksul Babası Haydar Atınç Diye Biri!...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Bugüne kadar bu sayfalardan Kilis’imizin yetiştirdiği ve başarıları ile ilgili gurur duyduğumuz birçok ender hemşehrilerimizi dile getiren nice yazıları paylaştım sizlerle. İşte bugün de o sözünü ettiğim ender, ayrıcalıklı bir saygıdeğer hemşehrimizi köşeme konuk ederek ona dair ne varsa siz okurlarımla paylaşmak üzere karşınızdayım.
Tarafıma en çok yöneltilen sorulardan bir tanesi de neden bu tür paylaşımlara ihtiyaç duyduğum konusu olduğunu da itiraf etmeliyim. Nedeni çok açık ve tek: Eğer bir insan doğduğu memleketine, insanlarına, hatta bunlarla yetinmeyip vatanına yaptığı başarılı çalışmalarıyla emsal teşkil ediyorsa, o bu güzelliği, mutluluğu, duyulan gururu herkesle paylaşıp ayrıcalığını göstermek gerekir de ondan, diyorum.
Evet, bugünkü konuğum olan isim de; aslında yalnız Kilislilerin değil, artık yurt sathında herkes tarafından bilinen üretime olan katkısı (sanayide) ve her kesime yaptığı (özellikle Kilisli hemşehrilerine) hayırlarla ismini güzel anılan bir marka haline dönüştürülmeyi başarmış biri olan Haydar Atınç’tan başkası değildir. Acizane şahsım, kendisine özgü özelini bilen hemşehrilerinden olmayıp, özeli dışındaki özellikleri ile kendisini pek çok Kilisli gibi yakından tanıyan biriyim, diyebilirim.
Hakkında çok şeylerin yazılıp çizilmesine ve de söylenilmesine rağmen, köşeme konuk edememenin özel bir nedeni olduğundan değil, sayın Haydar Atınç’ın o bilinen tevazusunun gerekliliğine haksızlık etmekten çekindiğimdendi. Öyle ki bu yazının paylaşımı için de olsa zor gönlünü ettim desem yeridir.
Nerede yaşadığına ilişkin karar verebilmede zorlandığımız birisi Haydar Atınç. Zira İstanbul’da yaşadığını bilsek de, bir de bakmışsınız sayın Atınç Kilis’te. Yani bulduğu her fırsatta Kilis’te oluşunun da farklı bir nedeni yok. O mutlak surette hemşehrilerine yapacağı bir yardımla ile ilgili olduğunu yediden yetmişe herkes bilir. Nasıl tarif edilir bilmiyorum. Ama Haydar Atınç isminin böylesi bir ayrıcalığı var işte! Her yıl geleneksel hale getirdiği yoksulları giydirmek, evlerine iaşe yardımı gibi hayırlarda çoğu hemşehrilerinin gönlünde farklı bir köşke oturtulan ve “Yoksul Babası” unvanı ile sağlığında dahi olsa, anılan bir işadamımızdır Haydar Atınç. Allah kendisinden defalarca razı olsun. İnsanın yaşıyorken böylesi duygu ve dualarla anılması ne kadar güzel!
Kilis’imizin saygın eğitimcilerinden merhum Mehmet Atınç’ın erkek evladı olan sayın Atınç; azim, çalışkanlık ve dürüst bir ticaret anlayışıyla insanın neredene nereye gelebileceğinin de en tipik örneklerinden. Hazır giyim sektöründeki sahibi bulunduğu Atınç Tekstil’in nasıl bir marka oluşunun teke nedeni de bu olsa gerek. Üstüne üstlük insanlık değer ölçülerinden taviz vermeksizin, kibirden uzak mütevazı yaşamı ile de son derece tekdir edilen bir hemşehrimiz sayın Atınç.
Gazeteniz Kent’te de sık sık okuduğumuz yaptığı hayırlara dair verdiği mücadeleyi yürekten alkışlayan biri olarak, iyi ki varsınız sayın Haydar Atınç diyorum. Yıllık zahire (erzak) yapımı aylarında olduğumuz şu günlerde, yine Kilis’e giderek 45 ton bulgur-simit dağıtmış dar gelirli alilere. Öncesinde de 60 bin parça giysi yardımını gerçekleştirmiş. Dahası, bunlarla da yetinmeyip önceki yıllarda olduğu gibi, mübarek Ramazan ayında da hemşehrilerini ziyaret edip yalnız bırakmayacağını ifade etmesi, ne güzel duygu ve ne güzel gurur. Tanrım herkese tattırsın böyle güzellikleri. Kendisinin de yaptığı tüm hayırları katında makbul ve kabul etsin. Böylesi adam gibi adam sayın Haydar Atınç! Daha nasıl tarif edilebilinir ki!
Öyle ki, yıllar öncesi yaptığı bir iyilikseverlik örneğini birebirde yaşayanlardan birisi de bendim. Her ne kadar kendileri, “Ne olur yazma!” dediyse de affına sığınarak kendimi yazmak zorunda hissedişimdendir, belirtmeden geçemeyeceğim. Kredi kartı mağduru evinin tüm eşyaları haczedilmiş bir yakınım ile ilgili bizatihi yaptığı yardımı bilen biriyim. O vesile Haydar Atınç hemşehrimiz, aldığımız, okuduğumuz duyumlarla, gazetelerde okuduğumuz kadarıyla sıradan bir hemşehrimiz değildir. O tam manasıyla gerçek bir yoksul babası, yardımsever bir insan. Herkesin dilinde kendisi için ortak söylenen teke söz ve cümle şu: “Allah kendisinden razı olsun...”
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
***

Zafer Bayramımız Kutlu Olsun...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Yıl 1922 ve Ağustos’un 30’u. Aradan tam 86 yıl gibi uzun bir süre geçmiş olmasına bakmayın! Heyecanı hâlâ dün misali gönüllerde ölümsüz bir aşkla yaşanıyor desek yeridir.
Bilineceği üzere bu tarih, bir liderin önderliğinde yok olmaya mahkûm edilmiş biri ulusun yeniden dirilişinin tarihidir. Hem de öyle bir diriliş ki, esarete hayır, bağımsızlık bizim diyen Türk’ün topyekûn cansiperane bir şekilde verdikleri mücadelenin tarih sayfalarına sığdırılamayışının örneği olan tek bir diriliştir. Öyle ki, 30 Ağustos’ta kazanılan bu zafer, Türk’ün gururu, dünya devletlerinin ise karıştığı, hayretlere düştüğü, zor kazanılan bir dersin de adı olmuştur.
Sakarya Meydan Muharebesinden tam bir yıl sonra, Türk’ün üzerine biçilen esaretten kurtulma adına, Büyük Taarruz için düğmeye basarak hemen son hazırlıklarını tamamlayan Başkumandan Mustafa Kemal Atatürk, önderliğindeki ordularına 26 Ağustos 1922’de seslenerek, “Daha ne bekliyoruz!” deyip, ‘Allah Allah!’ nidaları muharebe komutunu verir.
Önce Yunanlılar, sonrasında düşman elindeki topraklarımız tek tek kurtarılıp, düşman bozguna uğratılır. İlk kurtarılan İlimiz Afyonkarahisar olmuş. Arkasından topçu atışlarıyla ilerleyen piyade kuvvetleri, düşman kuvvetlerini yararak kaçmalarıyla 27 Ağustos günü Anadolu’ya yayılan bir zaferin ilk adımı atılmış. Takvim yaprakları 30’u gösterdiğinde ise, zafer tümüyle kazanılmış ve Türk Ulusu esaret zincirinden tamamen kurtarılmıştır. Bu muharebeyi başından sonuna kadar Mustafa Kemal Paşa komuta ettiği için, tarihte bu zafere “Başkomutanlık Meydan Savaşı” da denilmiş.
Değerli okurlarım, tarihimizin altın sayfalarına altın harflere yazılan zaferlerden bir tanesi olan 30 Ağustos Zafer Bayramı’nın bugün 86’ıncı yıldönümünü kutluyoruz. Ulusça bu büyük zaferi kutlamanın sevinci ve mutluluğu içindeyiz. Bugünkü özgür bir toplum oluşumuzun mihenk taşını oluşturan bu zaferi bize miras bırakan, Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk ve o büyük askerlerine minnetlerimizi, şükranlarımızı sunuyoruz. Hepsinin de ruhları şâd olsun, diyorum.
Dünya uluslarını dehşete düşüren, bu zafer aynı zamanda, Türk’ün gerçek manada nasıl bir ulus olduğunun da işareti sayılmıştır. Hatta bu zafer sonrası birçok devletler Atatürk’ü ve ulusunu örnek gösterir hale bile gelmişlerdir. O vesile 30 Ağustos Zafer Bayramı diye kutladığımız bugünün önemi oldukça büyüktür. Beş gün gibi kısa bir sürede, bütün dünyanın ‘beceremezler’ deyip geçtikleri bir mucizeyi, gerçekleştirdiğinde de hayrete düşüren bir muharebedir 30 Ağustos. Dünyayı bu mucize ile karıştıran ve Türk’ün varlığını tüm dünyaya kabul ettiren bir zaferdir de aynı zamanda.
İşte tarihlere mal olmuş böylesi zaferlerden kendimize her zaman bir pâye çıkartmalıyız. Özgürlüğün, hürriyetin insan olarak, ulus olarak ne denli önemli olduğunu, günümüzde doya doya yaşadığımız bağımsızlığımızın nelerle kazanıldığını hep göz önünde tutarak, ona yaraşır bir tarzda yaşamamızı sürdürmek gereklidir. “Tok açın halinden anlamaz” misali, bizler o günlere o mücadeleyi vermemiş olsak da, ecdatlarımızın bize bu mirası bırakışları tarih sayfalarında açık ve sarihtir. Her daim kadrini bilip, kahramanlarına başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere hepsine minnettarız.
Büyük zaferin 86’ıncı yılı Türk Ulusuna kutlu ve mutlu olsun...
Kent’in yeni bir gününde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
***

Kilis’in Tanıtıma İhtiyacı Yok mu?
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Benim gibi tatil yapma fırsatı bulamayan pek çok insanların, tahmin edildiği üzere veya ben öyle sanıyorum, boş vakitlerinin çoğu kısmını TV izlemekle yetinip geçirdikleri bir gerçek.
Hal böyle olunca da sözü edilen TV muhabbetleri sayesinde insan, ister istemez günlük gelişmeleri de yakından takip etme fırsatı buluyor ve nerede neler oluyor konusunda da bilgileniyorsunuz. Uzun bir süredir özellikle Karadeniz bölgesine ait yirmiye yakın TV kanallarını yakından takip ederek bir tespit sonucuna varmam, bu yazıyı yazma nedenimdir diyebilirim. Öyle ki bu yöresel TV kanallarından bölge ve memleketlerini tanıtmak bazında verdikleri mücadeleleri izleyince tam bu noktada aklıma hemen “Kilis’in tanıtıma ihtiyacı yok mu?” sorusunu sordum kendime.
Kendimce bu ihtiyaca dair birçok düşünceler üretip geçtiğimiz günlerdeki bir yazımda sözünü ettiğim Kilis’in kendine özgü neden bir TV kanalının olmayışının haklılığını yaşardım. Komşu ilimiz Gaziantep’in kültürel zenginliğinin yanı sıra ülkemizde bir sanayi kenti diye anılmasına rağmen illerinin tanıtımı için verdikleri uğraş ve çabayı görünce bizim ille mukayese edip, gülmekten kendimi alamadım.
Neden güldüğüm konusuna gelince; biz de tam tersine de ondan. Sanki hiç tanıtama ihtiyacımız yokmuşçasına kendi kendini yetinmeyi ilke edinmiş gibi bir halimiz var. O minvalde yılları mıdım mıdım kovalayan bir il olunca da ne kadar gelişmişlikten, kalkınmışlıktan söz edebiliriz, varın o kadarını siz değerlendirin.
Mesela o sözünü ettiğim Karadeniz TV’lerine bakıyorum, her yöre kendilerine özgü düzenledikleri etkinlikle ve sözde ürettikleri nedenlerle düzenlenen eğlence programlarıyla anlatılmaz bir tanıtım mücadelesi içindeler. Gerek kültürleri ve gerekse başka nedenlerle de olsa, yörelerini nasılı ön plana çıkarıp ekranlarda tanıtıyorlar ki, hayranlık duymamak elde değil.
Oysa Kilis’imizin bin yıllık bir tarihi geçmişi varken, o kadar tanıtımı yapılacak özellikleri var ki, nedense bu konuda hiçbirimiz uğraş vermeye değer bile bulamayışımız çok acı bir durum. Yine çok zengin bir mutfak kültürümüzün olması, inanç turizmine müsait pek çok sahabelerin kabristanlarının bulunması ve de iki ana tarım ürünümüz olan zeytin ile üzüm üreticiliğimizin ayrıcalıklı lezzetlere sahih olmasına karşın bunları kimse maalesef bilemiyor. Memleketimiz adına çok yönlü katkılar sağlayacak bu tür zenginliklere sahipken, tüm bunları nasıl yok sayabiliyoruz, tanıtımını yapma ihtiyacını hissetmiyoruz anlamış değilim!...
Söz konusu memleket severlik olunca, mangalda kül bırakmayan o hemşehrilerimiz nerede? Yoksa o severlilik var da, bu işleri organize edecek basiret mi yok! Eğer öyle ise, bu konuda Valiliğimize, Belediyemize ve tüm sivil toplum örgütlerimize bu konuda büyük görevler düştüğü kanaatindeyim. Bu görevi üstlenerek veya öncülük yaparak, bir başlangıcın temelini atmış olacaklardır diye düşünüyorum.
Gazetecilik anlayışından öte bir memleket severlik duygusu ile benim elimden gelen katkı kadarıyla bunları kamuoyuyla paylaşıp; dile getirmektir görevim. Diğer konulara da gösterdiğim hassasiyeti gibi, bu konuda da görevimi yerine getirdiğimi düşünüyorum. Şimdi sıra bu konuya el atacak duyarlı hemşehrilerimde. “Haydi Kilisliler” diyerek herkesi memleketimizin tanıtımını yapmak adına bir şeyler üretmeye ve bu konuda mücadele vermeye davet ediyorum.
Kent’in yeni bir gününde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
 
***


Mercidabık Zaferi’ni 492’nci Yılında Yeniden Yaşıyoruz...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Dokuzuncu Osmanlı Padişahı 1. Selim olarak da bilinen Yavuz Sultan Selim’in 24 Ağustos 1516’da dünya tarihine altın harflerle yazdırdığı ve bu yıl 492’inci yılını kutladığımız Mercidabık Zaferi’ni yeniden yaşıyor olmanın gururu içinde olduğumuz bir gündeyiz
Dahası, Yavuz Sultan Selim’in, 1514 yılında Osmanlılara düşmanlığı bilinen Şah İsmail’i (İran hükümdarı) Çaldıran Meydan Muharebesinde yenerek İran’ı fethetmesi ve sıranın Memlûklulara geldiğini işaret ederek, Mısır’da Osmanlı sınırları içerisinde katmak üzere yola çıktığı zamanın Memlûk Sultanı Kansu Gavri’yi Kilis’in Mercidabık Ovasında bozguna uğratarak zaferlerine bir yenisini daha eklediği bir günün yıldönümü diyebiliriz.
Zaferle ilgili tarihi sayfalarını bir karıştıracak olursak, bu denli ölümsüz heyecanların unutulamayacağının bir göstergesi olarak, aradan tam 492 yıl gibi uzun bir süre geçmesine rağmen aynı duyguları tek Kilisliler olarak değil, tüm Türkler olarak yeniden nasıl büyük bir gururla yaşadığını görüyoruz. Ki, Yavuz Sultan Selim’in kazandığı bu zaferin hikâyesine kısaca değinmek gerekirse;
Yukarıda bahsettiğim üzere Büyük Osmanlı Padişahımız Yavuz Sultan Selim, İran’ı fethettikten sonra sıranın Mısır’a geldiğini işaret etmesinin en büyük nedenlerden bir tanesi, Mısır’da hüküm süren Memlûklular Sultanlığının başındaki Kansu Gavri’nin de Osmanlılara karşı savaş hazırlığında olmasını bilmesi idi. Her iki ordu, İlimiz sınırları içindeki şimdiki adı Yavuzlu beldesi olan Mercidabık Ovasında karşı karşıya gelir. Kansu Gavri’nin ordusu sayıca Yavuz’un ordusundan fazla olduğunu bildiğindendir, kendini henüz savaş başlamamış olmasına rağmen İstanbul’a kadar uzanmış olarak görüyordu. Ne var ki, Osmanlı ordusundaki iman ve inanç gücünden hiç haberi yoktu. Yavuz’un her bir askerinin Memlukluların nice askerine bedel olacağını hiç hesaba katmamıştı.
Nitekim öyle de oldu. 24 Ağustos’un ilk ışıkları ile başlayan muharebe, Osmanlı Ordusunun ateş üstünlüğü ve Yavuz Sultan Selim’in başarılı manevraları sonucu Kansu Gavri yenilgiye uğratılarak tarihlere bu zaferin, Osmanlılar lehine Mercidabık Zaferi olarak yazılmasına neden oldu.
Tarihimizin önemli dönüm noktalarından biri sayılan bu zaferi bize kazandıran komutan ve askerleri için ne yazsak azdır diyorum. Hepsinin de ruhları şad olsun.
Mercidabık Zaferi’nin kazanımı Türk tarih sayfalarının olduğu kadar, bizim Kilis için de ayrıcalıklı bir gururdur. Zira bu muharebe esnasında Kilis halkı yediden yetmişe askerlerine her yönüyle destek vererek zaferin elde edilmesine katkı sağlamış bir halktır. Türk’ün gücünü dünyaya ispat etmesi açısından da büyük önem taşıyan bu zaferi, sadece yıldönümlerinde sahiplenmekle kalmamalıyız. Bu gururu yaşatmak adına her zaman bize yaraşır bir toplum olmak için mücadele verilmelidir. En basit küçük detaydan söz etmek gerekirse, zafer yıldönümü etkinliklerinde protokol katılım sorunlarının geçtiğimiz yıllarda yaşanmış olduğunu biliyorum. Dileğim o ki, bu ve bundan sonraki yıllarda böylesi sorunlar yaşanmaz. Zira gün, birlik ve beraberlik günüdür. Dün nasıl idiyse, bugün de tek yürek, tek kuvvet olma günüdür. Gösterilecek bir birlik-beraberlik ruhunun oluşturularak görülmesi en çok arzuladığımız görüntülerdir.
En kalbi dileklerimle 492’inci yılını kutladığımız bu zaferi bize emanet eden büyük komutan Yavuz Sultan Selim ve askerlerinin bir kez daha ruhları şad olsun diyorum.
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden beraber olmak dileği ile şen ve esen kalın...
 
 ***

Şeyh Abdullah Sermest Efendi ve Nakşibendi Tekkesi
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Kilis’te yaklaşık 150 yıl gibi bir süreden beri var olan, bu varlığı ile de tek Kilisliler değil, Türkiye’nin, hatta dünyanın dört bir köşesinden akın akın gelen ziyaretçilerince manevi huzur bulunulduğuna inanılan Nakşibendi Tekkesi, (Şeyh Efendi Tekkesi) ve dolayısıyla de Şeyh Abdullah Sermest Efendi’nin yaşamı bugünkü yazım konusu.
Mekânın bu denli özel oluşunun tek ve yegâne özelliği de bu mekânı inşa ettirerek kazandığı ilmi insanlara öğretmeyi kendinde görev sayan, merhum Şeyh Abdullah Sermest Efendi’nin kabristanını burada oluşudur. Sahip olduğu bu ilmin günümüzde gizemleriyle de olsa yaşatılmasıyla ilgili önemi de bir diğer nedenidir.
Merhum Abdullah Sermest Efendi, 1819 yılında Kilis’te doğmuş olup, babası Kilis’in eşraf ailelerinden merhum Mehmet Tazebay olduğunu, ilk öğrenimini zamanın mahalle mektebinde tamamladığını çeşitli kaynaklardan öğreniyorum. Yine bu kaynaklardan edinilen bilgilere göre, Efendi, dönemindeki ünlü Tahsin ve Mehmet Can gibi hocalardan ders almış, ilmine münhasır ilk temel de o yıllarda atılmıştır.
Zaman içerisinde kendisini geliştirerek, Arapça ve Farsçayı da öğrenen bu yüksek insan, o yıllardaki Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın kendisini orduya katarak, hem askerliğini yapması ve hem de ilmini daha da geliştirmesi maksadıyla Mısır’a gönderdiği, yine bu kaynaklarda belirtilen bilgilerdir.
Gittiği Mısır’da Kölit Efendi adlı bir Fransız’dan hekimlik ve biyoloji alanında bilgiler edinerek, ilmini daha da artırmıştır. Bir gece gördüğü rüya sonucu Mekke’ye giderek, oradaki büyük İslam alimlerinden Şeyh Muhammet Can Efgâni Hasretlerinin yanında 12 yıl kalarak onlara hizmet etmiş. Yaptığı bu hizmet ve ilmi sayesinde de olgunlaşmış olduğuna hükmedilerek şeyhin izni ile icazeti ile Kilis’e dönmüştür. Kilis’e geldiğinin ilk yıllarında (1858), bugünkü sözünü ettiğimiz Nakşibendi Tekkesi olarak bilinen tekkeyi yaptırmıştır.
Yapımı bir yıl süren tekkenin zuhûra gelişiyle bu kez öğrendiklerini burada öğretmeye başlatmıştır bir ilim insanı olarak. Bilgisi, şairliği, hattatlığı, hakkaklik (oymacılık), sanatındaki ustalığı, cömertliği, ve gönüllere saldığı manevi huzur terennümleriyle kısa zamanda ismi, namı duyulur yüksek bir şahsiyet olduğu keşfedilmiştir.
Tecvit (Kur’anın doğru okunmasını sağlayan bilim) alanındaki ilime sahip ender şeyhlerdenmiş aynı zamanda. Eserleri arasında, Hz. Ali ile Muaviye arasındaki savaşı anlatan “SIFFIYİN Vak’ası” adlı bir risalesi. Şiirlerinin toplandığı bir DİVAN’ı ve Mısır’daki Kölüt Efendi’den öğrendiklerini içeren tıp konusunda bir eseri vücuda getirmiş olup, bu eserlerden günümüzde sadece DİVAN’ı miras olarak gelmiş, diğer eserlerinin akıbetinin bilinmediğini sözü edilen kaynaklarda dile getirilmiştir.
Bu denli yüksek ilim sahibi olan Şeyh Abdullah Sermest Efendi, 1880 yılında da vefat etmiş, kabristanı adıyla anılan bu tekkenin avlusundadır. Kabri nur, mekânı cennet olsun. Allah gani gani rahmet eylesin.
Değerli okurlarım, bu yazıyla kısaca da olsa, bu muhterem merhum zatı, nispi bilinen özellikleriyle sizlerini hafızalarına bir kez deha yineleyip, bilgilendirmek istedim.
Ölüm yıldönümü ayrıcalıklı olmak üzere, yılın her bir günü ziyaretçilerin akınına uğrayan bu tekkemizde yapılan hayır ve hasenatların tarifi olmadığını, ancak yaşanıldığında öğrenileceğini hemen hemen tüm Kilisli hemşehrilerim bilirler. İlimizdeki diğer kutsal mekânlar gibi, bu tekkenin Kilis’te var olması büyük bir şahıstır. Özellikle inanç turizmi açısından, her ne kadar keşfedilmiş olsa da, daha birçok gizemi yönünden yıllarca memleketimizin bir gurur abidesi, ışık saçan bir ilim-irfan yuvası olarak, bu sevdanın hiç bitmeyeceği kuvvetle muhtemeldir. O vesile ile bu mekânın kadrini bilmek, öğretmek de, Kilislilerin görevi olmalıdır.
Kent’in yeni bir günde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 

***

Baytaz Hukuk Bürosunda üç kuşak yan yana...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Ne zaman yolum Cağaloğlu tarafına düşse, mutlak surette, çoğu Kilislilerce her daim saygı ve hürmete değer biri olarak görülen Abdullah Mazhar Baytaz’ın oğlu Süleyman Kürşat’la müşterek avukatlık hizmeti verdikleri Sultanahmet’teki hukuk bürolarına uğrar, ziyaret ederim.
Son gidişimde öğrendiğim ve karşılaştığım Baytaz ailesinden üç kuşağın yan yana oluşturduğu güzel bir tablo ile ilgili olarak, hoşgörülerinden yararlanarak köşemde siz okurlarımla paylaşmak istedim. Daha doğrusu önceleri baba-oğlun hukuk alanında verdikleri hizmeti, bir üçüncü kuşak olarak S. Kürşat Baytaz’ın oğlu Abdullah Batuhan’ın da katılmış olması özellikle yazma nedenim diyebilirim.
Söz konusu bir hukuk bürosunun ilk temel taşını oluşturan büyük baba Abdullah Mazhar Baytaz, Kilis’te varlığı ile gurur duyulan mutasavvufî Tekye’yi yaptıran ve kabristanı her gün yüzlerce insan tarafından ziyaret edilen merhum Abdullah Sermet Efendi hazretlerinin öz be öz torunu, merhum Süleyman Akif Baytaz’ın da oğludur. Halen 85 yaşında olmasına rağmen, hâlâ aktif hukuk mücadelesinin içinde olan biri. İtiraf etmek gerekirse; hayranlık duymamak elde değil. 1949 yılında mezun olduğu İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinden bu yana aradan tastamam 59 yıl gibi bir süreç geçmesine rağmen, pek çok başarılı hizmetlere imza atarak günümüzde dahi bilgi ve deneyimlerinden feyiz alının bir hukuk insanı olmuş, bununla da yetinmeyip insanlara sohbete eğitimleriyle nice kazanımlar sağlamayı başarmış ender biri olmuştur.
Sohbetimiz esnasında bir cümle, “Bu tablodaki üç güzelliğin sırrı nedir?” dedim. “Elbette ki anlatılmaz bir duygu. Ancak asıl olan, insanın hangi işi ve görevi yaparsa yapsın, severek yapmasıdır. Gerek oğlum ve gerekse torunumun da aynı mesleği seçmedeki hassasiyetleri, tamamıyla bu mesleğe karşı duymuş oldukları sevgi, saygıdır. Bundan da son derece gurur duyduğumu itiraf etmeliyim.”
Her üçünü de hazır bir arada bulmuş iken, sözü bu kez babasıyla beraber aynı amaca hizmet eden başaralı avukatlarımızdan Ş. Kürşat Baytaz’a bıraktım. “Muhterem babam gerekeni zaten söyledi. Yaptığımız mesleğin her zaman kutsiyetini idrak eden bir anlayışla bu hizmeti veriyoruz. Elbette ki ben de oğlum A. Batuhan’ın da bu mesleği seçmesi güzel bir duygu. Onun daha üstün noktalara gelmesi için her türlü yardım ve desteğimizi sürdüreceğiz. Başarılı olacağına da inanıyoruz.”
Son sözleri almak için bu kez gözler üçüncü kuşak avukat A. Batuhan Baytaz’a çevrildi. “Bu konuda bana laf söylemek düşmez. Büyüklerim olası duygularımı zaten tercüme ettiler. Dileğim o ki, onlara, vatanına ve insanlarına yararlı üçüncü kuşak tam bir hukuk personeli olarak üzerime düşeni yapmaktır.”
En güzel ahlak ve fazilet örneği olarak gösterilecek bu denli güzel düşünceler için ne denilir bilemiyorum, ama bu her üç kuşaktan da çıkartılacak en önemli detayın; yaşam içinde var olan her bir an için tek ve öncelikli gerekliğin ‘sevgi’ olduğudur, diye düşünüyorum. Bu hemşehrileri olarak duyduğum gururla, aynı mutlulukla yeniden buluşmak üzere bu güzel tabloyu gönlümde saklayarak ayrılıyorum.
Gazeteniz Kent’in bir başka tarihinde, bir başka güzellikleri paylaşmak üzere, şen ve esen kalın...
Baytaz Hukuk Bürosu Tlf: (0212) 522 24 27 – (0.212) 526 67 34
 
 
*** 

Kilis’teki dolmuş durakları çok çirkin görüntü oluşturuyor...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Söz konusu yazı başlığımda sözünü ettiğimiz görüntüyü henüz yeni görenlerden biri değilim! Ancak ha bugün, ha yarın yetkili kurum ve kuruluşların dikkatini çeker de düzeltirler diyerek epeydir bekledim. Aylar geldi-geçti baktım bu konuda hiçbir “tık” yok. Bir dile getireyim bakalım dedim.
Bilindiği üzere, İlimizde yolcu taşımacılığı yapılan Belediye hizmeti olmadığı için bu hizmet, dolmuş minibüsleri aracılığı ile veriliyor. Fark etmez! Neticede halkın taleplerine cevap veriliyor ya, önemli olan bu. Yalnız halkın bu dolmuşlara binmek için tespit edilen ve adına “durak” denilen noktaların görünen çirkinliği, bir il oluşumuza hiç de yakışmadığını üzülerek da olsa ifade etmek zorundayım.
Kentsel dönüşüm projesi kapsamında, üstelik modern bir Kilis yaratma gayreti içinde olduğunu bildiğimiz M. Abdi Bulut gibi bir Belediye Başkanımız olmasına rağmen, dolmuş duraklarımızın bu nahoş görüntüsü ilimize ne kadar yakışıyor, yorum yapmak istemiyorum.
Eğer yapılacak bu düzenlemenin maliyeti külfet olarak düşünülecekse, bunun da çaresi var. Yapılacak duruklara alınacak reklam sponsorluğu ile bu maliyetin asgariye düşürüleceğini sanıyorum. Yok eğer yerel yönetim, bu bizim işimizi değil diyorsa, Valilik veya İl Özel İdaremiz bu konuyu biran önce değerlendirmelidir ve bu çirkinliği ortadan kaldırarak Kilis’imize yakışır bir gerekliliğe imza atmalıdırlar.
***
KİLİS KÜLTÜR MERKEZİ YAPIMINA NEDEN SICAK BAKILMIYOR?
2006 yılında yapımına başlanılmasıyla büyük bir eksikliğin giderileceğini düşündüğümüz Kilis Kültür Merkezi ile ilgili önce Kent’teki haberleri, son olarak da ‘Esentepe’ adlı köşesinden Kebire Kayabaş’ın yazısını ibretle okudum.
Söz konusu bu her iki yazı ve haberden edindiğimiz bilgilere göre, büyük umutlarla hizmete açılacağı günü sabırsızlıkla beklediğimiz Kilis Kültür Merkezinin hâlâ o geçen yılki gördüğümüz noktada olduğunu ve 2008 yılında da ödenek aktarımı gerçekleştirilmediği için atıl vaziyette bırakıldığını öğrendim. Tamam da, halk olarak beklentilerimize yanıt olabilecek olarak düşündüğümüz bu merkezin biran önce bitirilip açılışına neden sıcak bakılmıyor, demekten kendimi alamıyorum.
Bu kültürel zenginliğe kavuşamadığımızın, tek nedeni göründüğü ve bilindiği kadarıyla gereken ödeneğin gönderilmemesi imiş. Üstelik kaba inşaatının, hatta dış sıvasının bile yapılmış olmasına rağmen, sanki sihirli bir dokunuş bu inşaata “dur” demiş gibi. Anlatmakta güçlük çekiyor insan. Kilis’teyken başkanın bu amaçla Ankara’ya gittiğini duyduğumda “Tamam bu iş bitti!” demiştim, ama beklediğimiz o müjdeli ne haberi alamayınca da “Acaba başkanımız nasıl olmuş da eli boş dönmüş!” demekten kendimi alamıyorum.
“Kilis bir kültür şehridir” derken, bu kentteki bir kültür merkezi inşaatının böylesi haksız akıbete layık görülmesi açıkça ifade etmek gerekirse çok zorumuza gidiyor. İlimizin pek çok beklentilere ihtiyacı olduğu gibi, bu Kültür Merkezine de acil ihtiyaç vardır. Bizden hatırlatması. Ankara’ya gönderdiğimiz temsilcilerimizin konuya dair gösterecekleri duyarlılığı, sadece seçimi zamanlarında değil, şimdilerde de asıl sabırsızlıkla bekliyoruz!...
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
****


Ufukta yeni bir seçim görünüyor ama!...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Henüz geçtiğimiz yıl içinde yapılan seçimlerin ardından yaşanan Cumhurbaşkanlığı seçimi, etikti-değildi tartışmaları, TBMM’de çıkartılan; daha sonra Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilen üniversitelere türban serbestliği yasası ve son olarak da AKP’ye kapatma davası, akabinde Ergenekon soruşturması derken, bugünlerde yeni bir gündem konuşulur olmaya başladı. Üstelik, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin bölücü örgüt PKK ile var gücüyle mücadele edip şehitler verdiği yurt sathında artan bir işsizlik sorunun canavar olarak kol gezdiği bir günde...
Nedir bu gündem sorusuna gelince:
İlk başlarda “fasa-fiso” diye tabir edilen ve önemsenmeyen kapatma davasının, şimdilerde fazlasıyla dikkate değer bulunup AKP’nin açılan dava sonucu büyük bir ihtimalle kapatılacağına dair varsayımları göz önüne alınarak yeni bir seçimin kapıda oluşudur.
Zaten önümüzdeki mart ayında yerel seçimler yapılacaktı ki, sanırım bu takvim artık öne alınarak seçmenlerin önüne iki sandığın konulacağı ihtimali yüksek gibi görünüyor.
Bence asıl önemli olan, bu ihtimallerin nasıl olursa olsun gerçekleşmesinden ziyade, her kesimin sıkça dile getirdiği bu zihniyetlerle nelerini değişik değişmeyeceği konusudur. Yetmiş milyonluk bir nüfusun neredeyse yüzde yüzünün Müslüman olduğu bir toplumda, Atatürk tarafından kurulan ve kurulduğu tarihten beri, başka dünya devletlerince bile benimsenen yönetim şeklimiz Cumhuriyet’le huzur içinde yaşamak varken, bugünlere niçin ve nasıl gelindiğine, laik-anti laik tartışmalarının neden yapıldığını bile anlamış değilim.
İşte böylesi anlayışlarla yapılan siyasi mücadeleler sonrası önümüze sık sık seçim sandıklarının gelmesi de kaçınılmaz olacaktır. Oysa bu coğrafyada yıllardır, Türk’ü, Kürt’ü, Çerkez’i, Abaza’sı, Alevi’si, Sünni’si, bir arada milli birlik ve beraberlik içinde tek yürek yaşayan bir millet değil miyiz? Artık bırakalım bu düşüncelerin dışındakileri. Gündemi herkesini kendi çapında, bulunduğu yer ve mevkisi ne olursa olsun “Neleri nasıl yapar da bu ülkeyi, bu ülke insanını daha nasıl güzel yerlere taşırız, nasıl katkıda bulunuruz” gibi düşünceler meşgul etmelidir.
Elbette ki çok seslilik olacak, farklı farklı düşünceler kendini gösterecektir. Olsun, olması da gerekir zaten. Ancak bu her farklı ses ve düşüncenin de amacı hep aynı olmalıdır. Yani bu ülkeyi muasır medeniyetler seviyesine nasıl çıkartırız kaygısı yaşanmalıdır. Aksine her iki yılda bir vatandaşın önüne seçimi sandığı koymamak olmamalıdır.
Değerli okurlarım, önümüze konulan sandığa atılacak her bir oyun önemi bu bakımdan çok önemlidir. Şimdi gelinen noktada eğer yine bir seçim olacaksa, bu seçimin beraberinde ülke ekonomisine getireceği mali külfeti de düşünerek, pek çok bu ülke insanı gibi ben de taraf olmasam da, inşallah bu son olur. Hasılı son olmakla kalmayıp, çok derslerin çıkartılacağı bir seçim olmuş olur, diyerek bugünkü birlikteliğimi burada noktalıyorum.
Kent’in yeni bir tarihinde yenidene buluşmak üzere şen ve esen kalın...
 
 ***

Mehmet Yakar’la yeni albümü “İnsan Gelmez mi?”yi konuştuk
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
2005 yılında çıkartmış olduğu “Azar Azar” adlı ilk albümüyle tanıdı müzikseverler Mehmet Yakar’ı. Hatta onun için ben bile Kilis-Hollanda-İstanbul üçgeninde doğan yeni bir yıldız yakıştırması yapmıştım bir yazımda hatırlarsanız.
Şimdi o günlerden bu yana tam üç yıl geçti ve Mehmet Yakar hemşehrimiz, özellikle Halebi, bilinen adıyla Anteb’in Hamamları adlı parçası ile müzik piyasasına bir girdi , ama tam girdi. Çıktığı her TV programı ve özel gecelerde neredeyse bu parçasıyla özdeşleştirildi. Öyle ki bu parçasının müzikleri sinema filmlerinde bile kullanıldı. Bu demektir ki, ilk yazımda koymuş olduğum tespit doğru ve yerinde. Kısa zamanda gerçek bir yıldız gibi kalpleri fethetmesinin yanı sıra, Kilisli oluşundan duyduğu gururu da her fırsat dile getirmesi, İlimizin tanıtımına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur.
Bu güzelliğin hazzı henüz kulaklarda yaşıyorken, geçtiğimiz haziran ayı içerisinde ikinci albümü “İnsan Gelmez mi?” ile bir kez daha parlayarak, “Ben de varım” dedirtircesine iddialı parçalarıyla ortaya çıktı Mehmet Yakar hemşehrimiz.
Özdemir Plak ve kasetçilikten çıkartılan bu çiçeği burnunda yeni albüm, birbirinden güzel parçalarıyla milyonların gözdesi olacak türden. Albümde yer verdiği Kilis’e özgü Leblebici ve Badeli Nahsen türküleri yorumuyla apayrı bir renk katmış. Yine sözlerini kendisinin yazdığı Gavur Dağı ile Bu Hayatın Yolları adlı parçaları da diğerleri gibi gerçekten dinleyicilerini büyüleyeceğe benziyor. Mehmet Yakar hemşehrimizi kutluyor ve hayırlı uğurlu olsun diyoruz.
Albümünün piyasaya çıkışından hemen sonra, Bahçelievler’de bir araya geldik kendisiyle. Elbette ki sohbetimizin konusu da “İnsan Gelmez mi?” oldu tabi. “Yaklaşık bir yıl gibi uzun süreçte, gerek parçaların seçimi ve gerekse seslendirilmesinde ekiple beraber çok hassas davranıp, özverili bir çalışma ile albümü bu noktaya getirdik” diye başladığı sözlerine, devam etti: “İlk albümünün üzerinden üç yıl geçmesine rağmen, hâlâ o albüme karşı gösterilen teveccüh anlatılır gibi değil. Sağ olsunlar yalnız Kilisli, Antepli, Güneyli hemşehrilerim değil, tüm Anadolu, hatta yurt dışından desteklerini esirgemeyen herkese şükranlarımı sunmak istiyorum. İşte sevgiye mazhar oluşuma karşılık da bu ikinci albümü hazırlayıp, beğenilerine sunuyorum ki, aynı duyarlılık ve teveccühü bu albüme de göstereceklerini umuyorum. Yalnız değerli dinleyicilerimden tek dileğim o ki, korsana prim vermemeleridir. Maddi-manevi binbir güçlüklerle hazırlanan bu emeğe sahip çıkmalarını bekliyor ve desteklerini esirgemeyeceklerini bildiğim tüm müzikseverlere teşekkürlerimi, saygılarımı sunuyorum.”
Gerçekten de Mehmet Yakar kardeşimizin söylediklerine katılmamak elde değil. Emeğin hırsızlığı çok, ama çok çirkin bir olay. Bunu da ancak, gösterilecek duyarlılıkla önleyeceğimizi unutmamak gerekir.
Daha önceki birçok yazılarımda da sözünü ettiğim üzere, Yakar kardeşimize vereceğimiz her bir desteğin Kilis’imiz adına güzel heyecanlarla bize döneceğini unutmamak lazımdır. Bölge ve yöre kültürlerinin bir vazgeçilmezi olan türkülerimizin, ezgilerimizin önemi bu açıdan oldukça öneme haiz olup, yapılan bu tür çalışmaları hep o gözle bakıp değerlendirmek gereklidir diye düşünüyorum.
O vesile Mehmet Yakar hemşehrimizi bu yeni albümü dolayısıyla tekrar kutluyor ve hayırlı, uğurlu olmasını diliyoruz.
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
***

Yerel Basın’a indirilen büyük darbe!...
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Geçtiğimiz ay içerisinde TBMM Meclis alt komisyonunda görüşülerek kabul edilen Kamu İhale Yasası’nda yapılan düzenleme, özellikle tüm Anadolu Basınında olduğu gibi, bugün de benim yazım konusu. Zira, eğer bu düzenleme yasalaştığı taktirde pek çok Anadolu’daki yerel basın kapısına kilit vuracak.
Neden mi? Nedeni çok açık! Bilineceği üzere, yerel gazetelerin ayakta kalmasını sağlayan yegâne unsur kamu ihale ilanlarının bu gazetelerde yayınmasıyla elde edilen tek gelir kaynağı idi de ondan. İşte yapılması düşünülen yeni düzenlemeye göre bu ilanların yerel gazetelerde yayınlatma zorunluluğu adeta kaldırılıyor ve deniliyor ki: “İhaleler, kurum yetkilisi tarafından istenilirse mahalli gazetelerde yayınlatır” ibaresi getirtilerek, yerel basının gelirlerinin ana kaynağını oluşturan bölümün önü kesilerek, basına adeta darbe indirilmiş olacaktır.
Daha açık bir ifadeyle, 4734 sayılı bu ihale yasası değişikliği hükmüne göre, eskiden yerel gazetelerde yayınlatmak zorunluluğunda olan kamu ihale ilanları, kurum yetkili amirlerince lüzum görüldüğünde isterse yayınlatılabilecek konuma getirilmiştir. Velhasıl o yetkilinin insafına ve dost-ahbap ilişkilerinin şümulüne göre, eşitlik ilkelerine tezat bir şekilde düzenlenmiş olmasının hangi amaçla çıkarılmak istenmesine bir anlam vermek çok zor.
Malum olduğu gibi, yerel gazeteler bulunduğu il, ilçe ve yörenin sesi, gözü, kulağıdır. Halk, her türlü bilgi, beklenti ve tepkilerini ancak bu yolla kamuoyuna duyurur, aynı yolla da çözümleri okumak ister. Bu kadar hassas ve yurt sathında oldukça büyük bir sessiz çoğunluğun sesi olan yerel gazeteler, şayet bu yasa teklifi onaylanırsa makinelerinin dönüşünün ana kaynağı olan gelirden mahrum edilerek tek tek kapatılma noktasına gelecektir.
Gazete çıkartmak ve gazetecilik hizmeti vermek özellikle taşrada, öyle düşünüldüğü gibi kolay değildir. Her türlü maddi çıkar düşüncelerinden uzak, sanki bulunduğu topluma vefa borcu varmışçasına, gönüllü fedakârlıklarla çıkartılan bu gazetelere reva görülene bakınca insanın içi sızlıyor. Zaten teknolojinin hızına ayak uydurmada ancak yüzde on-on beş gibi bir uyumla zar-zor ayakta kalma mücadelesi veren bu halkın sesi olan gazeteleri susturmak anlayışı ile eşdeğer bu yasa teklifinin geri alınması veya bazı hükümlerinin değiştirilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Akliselim bir düşünceyle bakıp incelendiğinde çıkarılmak istenen yeni düzenlemenin, yerel basına yapılacak en büyük darbe olduğu görülecektir. Ulusal basın ve medya gözü ile bakılmamalıdır bunlara. Aksine yerel basına ayrıcalıklı kimi teşvikler, ödenekler çıkartılmalıdır ki, bu yerel gazeteler daha iyi hizmet verebilme noktasına gelebilsinler. Hatta bana kalsa, tıpkı mahalli idareler gibi, hükümetlerin yerel basına da ödenek aktarımı yapması gerekir diyorum. Bu dipnotun ilgili birim ve yetkililerce kayda değer görülüp gündeme getirilmesinde yarar gördüğümü itiraf etmeliyim.
Değerli okurlarım, tek dileğim odur ki, yapılan bu düzenlemenin, Meclis’e sunulmadan yeniden gözden geçirilmesidir. Her bölge ve ilin milletvekillerine bu konuda çok önemli görevler düşmektedir. Onları bu konuda duyarlı olmaya, milletin sesi olan Anadolu’daki yerel basın ve medyaların kapılarına kilit vurulmaması için gereken hassasiyeti göstermelerini istiyorum.
Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
****

Bahçelievler’de gurur duyulan iki Kilisli: -2-
Ali Korkmaz İlçe Nüfus Müdürü
 
Mehmet Şenay TAŞKENT
 
Tıpkı Dr. Erdal Uğurlu gibi Bahçelievler’de verdiği başarılı hizmetler dolayısıyla gurur duyulan ikinci hemşehrimiz de İlçe Nüfus Müdürlüğünde, nüfus müdürü olarak görev yapan Ali Korkmaz’dır.
Nüfusa düşen bir işim nedeniyle tanışmıştım. Saygın hemşehrimiz Ali Korkmaz ile ve o gün-bugündür yolum ne zaman o tarafa düşse mutlak surette ziyaret eder, iş yoğunluğu olsa da kapıdan bir görünmeyle halini-hatırını sorar çıkarım. O yoğunlukta bile gösterdiği nezaket anlatılır gibi değil. Öyle de olsa asla suiistimal etmez, “görüşmek üzere” diyerek ayrılırım makamından.
İlkokulu Yeniyapan köyünde, orta ve lise öğrenimini de Kilis’te tamamlayan Ali Korkmaz hemşehrimiz, 1957 yılında Polateli ilçesi Ömeroğlu köyünde doğmuş. Öğrenimini 1994’te Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümünü bitirerek tamamlamış. Gaziantep Yavuzeli’nde nüfus memuru olarak ilk göreve başlamış olup, Ordu, Kahramanmaraş, Pazarcık, Gümüşhane, Niğde Ulukışla, Konya Ereğli ve halen görevini sürdürdüğü İstanbul Bahçelievler İlçe Nüfus Müdürlüğündeki görevini Nüfus Müdürlüğü gibi zor bir hizmetle bugünlere kadar gelmiş.
Sakın ola ki nüfus müdürlüğü deyip geçmemek lazım. Hele bir de görev sahanız, 700 binlik bir nüfusa hitap ediyorsa, varın siz düşünün müdürümüzün nasıl görev yaptığını... Yeni doğan bir bebekle başlayan ve vefatlara kadar uzanan büyük bir görev sirkülasyonu var her gün. Hem de her bir vatandaşın farklı farklı talepleri olmasına karşın. Dediğim üzere, Ali Korkmaz müdürümüzün işi hiç de kolay değil!
İşte tüm bu zorluklara rağmen sayın müdürümüzün performans ve hoşgörüsü sayesinde Bahçelievler halkının sempatisini, sevgisini kazanmış olduğunu görüce de gurur duymamak elde değil diyorum.
İstanbul gibi metropolde, üstelik de nüfus müdürlüğü gibi zor bir kamu hizmeti vermenin, nasıl böylesi gurur duyulacak bir anlayışa dönüşmesinin sırrını sordum sayın müdürümüze: “Verdiğimiz hizmette aslında sizin söylediğiniz manada bir sırrı yoktur. Neticede ben de her bir kamu görevlisi gibi, bana verilen görevi zaten en üst seviyede yapmak zorundayım. Vatandaşa vermemiz gereken hizmet için bu makamda oturuyoruz” diye yanıtladı önce.
“Öyle de ama çoğu kamu görevlilerini görüyoruz da hiç sizin kadar böylesi hizmet verdiği halktan teveccüh ve hüsn-ü kabul gördüğüne de şahit olamıyoruz, sizce neden kaynaklanıyor olabilir?” dediğimde, Olmaz öyle bir şey. Her kamu görevlisi elinden geldiği kadar vereceği hizmetin en iyisini vermek ister. Bu noktada sizin sorunuza, halkın takdiri ölçüsüyle ilgilidir, diye yanıt verebilirim” dedi.
Anlaşılan hoşgörü ve tevazusu Ali Korkmaz hemşehrimizin özünde var ki, her sorulan soruya “Zaten yapılması gereken o, zaten göreviniz o” diyerek karşılık veriyor. İşte Ali Korkmaz’ın beş yıldan beri hizmet verdiği Bahçelievler Nüfus Müdürlüğü’ndeki görevinde edindiği felsefe bu. Sadece kutluyor ve başarılı dileklerimi sunmakla yetinebiliyorum.
Kilisli hemşehrilerim, gerek Ali Korkmaz ve gerekse Dr. Erdal Uğurlu gibi daha nice pek çok hemşehrimiz var yurt sathında şüphesiz. Yaşadığım çevrede ilk etap gözüme çarpan iki Kilisli hemşehrimiz olduğu için, siz okurlarımla paylaşmak istedim.
En kalbi dileklerimle sevgi ve saygılarımı sunarken, Kent’in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
 ***

Bahçelievler’de gurur duyulan iki Kilisli-1
Dr. Erdal Uğurlu
 
M. Şenay TAŞKENT
 
Oldum olası bu nevi yazılar yazmayı çok sever, gururlanırım. İstanbul Bahçelievler’de görev yapan iki Kilisli kamu görevlisi işte bu duyduğum gurur nedenlerinden. Üstelik tek Kilisli hemşehrilerim değil, hizmet verdikleri tüm yöre halkının teveccühlerini kazanmış olmaları da siz okurlarımla ayrıcalıkla paylaşma nedenim.
Söz konusu bu iki hemşehrimizden ilki, bahse konu ilçedeki Siyavuş Paşa Sağlık Ocağı’nda sorumlu hekim olarak görev yapan Dr. Erdal Uğurlu.
1972 yılında Kilis’te doğup, ilk, orta ve lise öğrenimini burada tamamladıktan sonra, yüksek öğrenimini Diyarbakır Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde tamamlayarak 1994 yılında hekimlik gibi son derece kutsal bir göreve Bitlis’te merhaba demiş.
Baba Muharrem Uğurlu’nun üç çocuğundan biri olan Dr. Erdal Uğurlu, İlimiz Musabeyli ilçesinde, Kilis İl Sağlık Müdürlüğü’nde bir süre görev yaptıktan sonra, 1999 yılında İstanbul’a atamasının yapılmasıyla geldiği, anılan sağlık ocağında halen sorumlu hekim olarak verdiği sağlık hizmetine devam eden bir hemşehrimiz. Eşi Mürvet Uğurlu da aynı meslekten olup, Bahçelievler Yayla’daki bir diş kliniğinde diş hekimi olarak insanlara sağlık hizmeti veren ve kendileriyle de ayrıca gurur duyduğuz hemşehrilerimizden.
Fasılalarla gittiğim sağlık ocağında, Dr. Erdal Uğurlu isminin farklı bir şekilde anılmasını hemen her gidişinizde görmemiz mümkün. Aynı sağlık ocağında hizmet veren diğer hekim arkadaşlarıyla sağladığı uyum ve bir idareci olmasına rağmen gösterdiği sevecenlik, tüm çalışanlarca takdire şayan görülüyor. Tek mesai arkadaşları ile sınırlı mı bu söylediklerim? Elbette ki hayır! Hastalarına karşı göstermiş olduğu yaklaşım ve deneyimlerindeki maharetini hemen her hastası biliyor. O vesile de takdir ediyor olmaları bir hekim olarak güzel bir duygu olsa gerek.
Her ne kadar Bahçelievler’de yaşayan Kilisliler olarak bu iftihar vesilesi hemşehrilerimizle gurur duyup sahipleniyorsak da aslında o her yöreden tüm hastalarının hemşehrisi olmayı başarmış biri. Bir doktor olarak böylesi sevgilere mazhar olmak kolay değil diye düşünüyorum. Zira, verdikleri hizmet gereği öncelikle şefkatli, ilgili ve sınırsız özverili bir yapınız olması gerekiyor ki, Dr. Erdal Uğurlu hemşehrimizde aranan bu meziyetlerin hepsi fazlasıyla var. Tıpkı diğer hekimlerimizdeki gibi. Yazdıklarımın bir methiye olarak asla düşünülmemesi gerektiğini özellikle altını çizmek istiyorum. Zira bu, Dr. Erdal Uğurlu hemşehrimizin herkesçe bilinen yüzü ve özelliği. Kendisini defalarca kez kutluyor, tebrik ediyorum.
Diğer iki kardeşi olan Gülümser ve Özer Uğurlu’nun da hukuk dalında avukat olarak hizmet verdiklerini ve bu alanda başarılı hizmetlere imza attıkları da tarafıma intikal eden güzel haberlerden. Her iki kardeşimizi de kutlayıp, başarılar dilemeyi kendimde bir görev sayıyorum. Demek ki genlerinde hep başarılı olmak var.
Değerli okurlarım, tıpkı Dr. Erdal Uğurlu, eşi ve kardeşleri gibi daha nice bu dallarda başarılı hemşehrilerimin olduğunu biliyorum, gerek İstanbul ve gerekse yurdun muhtelif bölgelerinde. Onlarla da bir kez daha Kilisli hemşehrileri ve Kilis halkı adına ifade edilmeyecek kadar ne denli gurur duyduğumuzu belirtmek istiyorum. Kendi kendime de bu gurur ifadelerinin verdiği cesaretle, “İşte Kilislilik bu! Hep de böyle olmalıdır” demekten de kendimi alamıyorum.
Kent’in yeni bir gününde yeniden buluşmak üzere, şen ve esen kalın...
 
***

Aldığım telefonlar gücüme güç katıyor
 
Ne zaman elime kalemi alsam, en başta eşim söylenir: “Yine ne yazıyorsun? Sana mı kaldı KİLİS'in sorunlarına çözüm aramak? Neden kendini bu kadar yıpratıyorsun?" der. Belki de haksız değil söylediklerinde, ama yine de bu benim sevdam! Ona gücüm yetmiyor, elimden bir şey gelmiyor ki!
 
Kendimce, otuzsekiz yıl gibi uzun bir süreçte hiçbir maddi çıkar ve kaygı düşünmeksizin böylesi bir sevdaya hizmet etmenin kolay olmadığını biliyorum. Çok kendim yazıp,kendim okuyorum dediğim anları da yaşamadım değil, hatta arada sırada da olsa kendimi şımartılmış olarak görmeyi de beklemedim desem yalan olur. Ne var ki, sonuçta benim için bir görev, bir hizmet anlayışı idi ve de öylece kalarak bu yıllara kadar taşımayı başarabildim çok şükür.
 
Özellikle son birkaç yıl içerisinde verdiğim bu mücadele ile ilgili olarak aldığım bilhassa olumlu eleştiriler, telefonlar, bu uğraşın hiç de boşuna verilmemiş olduğunu gösterdi ki; işte bu gurur da bana yetiyor desem inanın. Hemen hemen devletimizin pek çok kurum ve kuruluşlarından, sivil toplum örgütlerimizden, tek ülkemiz sınırları içerisinden değil, dünyanın dört bir köşesindeki hemşehrilerimizden yazı içerikleri ile ilgili aldığım telefonlar, mesajlar, mail'ler ile daha da güçlenerek, bu yol da gücüme güç katarak devam ediyorum. Benden bu desteklerini esirgemeyen tüm saygıdeğer hemşehrilerimin hepsi de sağ olsunlar, var olsunlar.
 
Netice de amaç,daha güzel ve kalkınmış bir Kilis'in yaratılmasına katkıda bulunabilmek! Keşke tüm Kilisliler olarak bunu başarabilsek? Bakın o zaman daha ne güzel bir kent yaratmış olacağımızı göreceksiniz
 
GAZİANTEP OLAY TV'Yİ HEM KISKANÇLIK VE HEM DE GURURLA İZLİYORUM...
 
Gerçekten de attığım bu başlık ta hiçbir riyam yok. Komşu ilimiz Gaziantep'in Olay TV'sini kıskançlıkla izliyorum demekte ki kastım; neden bizim Kilis'inde böyle bir yayın kuruluşuna sahip olamadığımızdan kaynaklanan bir duygudan öte bir şey değildir. Asla kötümser manada ki bir kıskançlık olarak yorumlanmasın lütfen.
 
Teknolojide gelinen son gelişmelere paralel olarak,artık her il için bir gereklilik olan bu iletişim gücünü Gaziantepliler çok iyi kullanıyorlar.Hem de tekkendi illeriyle sınırlamayıp, çevre illerini de kapsam alanları içine alarak çok yönlü, oldukça güzel bir hizmete imza attıklarını itiraf etmeliyim. Bir Kilisli izleyicileri olarak beni bile gerek haberleri,belgeselleri ve gerekse Kültürlerinin paylaşımı ile ilgili programları etkileyebiliyor.
 
Bu noktada, bilhassa tanıtımına acil ihtiyacı olan bir il olarak, Kilis’imizde de böyle bir TV kanalının varlığını yaşamak istiyoruz. Zira memleketimizin diğer sorunlarında olduğu gibi böyle bir tanıtımımızı yapacak medya gücüne de ivedilikle ihtiyacı vardır. Dile getirdiğim bu hususun, dikkate değer bulunmasının Kilis’imiz adına yarar getireceğini belirtmek istiyorum.
 
Kent'in yeni bir tarihinde yeniden buluşmak üzere şen ve esen kalın...
 
MEHMET ŞENAY TAŞKENT
 
Sitemize Hosgeldiniz..
 








Türk ve Dünya Tarihinde Yaşanan Olaylar
 

DUYURU PANOSU

---Hosgeldiniz---

Kilis Kent Gazetesi , Herkese Hayirli Bayramlar Diler...
---47 YILDIR Kilis"in ,Kilisli"nin Sesiyiz---

Sitene Ekle

 
TV'de Bugün
 
 
Bugün 31 ziyaretçi (60 klik) kişi burdaydı!
Gazetelinki.com Araba Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol